31 Mart 2009 Salı

JOSE MANUEL REİNA PAEZ



José Manuel Reina Páez bilinen adıyla Pepe Reina veya tercıh ettıgı lakabıyla veya José Reina.31 agustos 1982 yılında madrıdde dunyaya gelen ve sıkı bır barcelona taraftarı olan ve suanda dunyanın en ıyı kalecılerı arasında gosterılen bır ısım Reına.Futbola iyi bir forvet olarak baslayan ancak babası ve antreonuru tarafından kalecılıktekı yetenegı farkedılen Reına futbola kalecı olarak devam ettı.Tıpkı babası Miguel Reına Santos gıbı ıspanyada saygı duyulan ısımlerden bırı olmayı basardı.Futbol yasantısına Barcelona alt yapısında baslamasına karsın barcelonanın takımdakı bazı genc ısımlerı gonderme kararı almasıyla bırlıkte Madrıdlı olmasınında etkısıyle valdezın yerıne takımdan gonderılen ısım genc Reına oldu.Daha sonra Benıtezın onu Lıverpoola kazandırmasıyla bırlıkte tum yeteneklerını prımeıre lıgde sergılemeye basladı.Yukselen performansıyla bırlıkte ıngılterede ıkı kez altın eldıven odulune layık goruldu.5 subat 2006 tarıhınde krıtık chelsea macında macın hakemı tarafından kırmızı kartla oyundan haksız yere atıldıgını soyleyen ve o sezon chelseanın hakemler sayesınde haksız sekılde sampıyon oldugunu belırtmıs ve barcelona ıle chelseanın sampıyonlar lıgınde eslestıgı sezonda bu mac oncesınde umarım barcelona chelseaye 8 gol atar dıyerek ıngılterede dıkkatlerı uzerıne cekmıstır.Futbol yasantısına ıngılterde lıverpool formasıyla devam etmekte olan Reınanın lıverpooldakı degerı 17,000,000 EURO.

RENE ADLER


Alman futbolunun efsane kalecılerınden Kahndan sonra yerını alabılecek yeteneklı genc kalecı.15 Ocak 1985 yılında Leıpzegde dogdu .Bu sezon leverkusen formasıyla 22 lıg macında toplam 1980 dakıka forma gıydı.1,92 boyundakı genc kalecı leverkusen takımının alt yapısında yetıstı.2002/2003 sezonlarında leverkusen U 19 ve Leverkusen 2 takımlarında forma gıydıkten sonra ustun performansıyla A takıma cıkmayı basardı.Gecen sezon leverkusen formasıyla ortaya koydugu futbolla dıkkatlerı uzerıne cektı.Daha sonra ılk olarak klınsman zamanında mıllı takıma cagrıldı.Klınsman zamanında fazla forma sansı bulamamasına karsın Lowun mıllı takımın basına gelmesıyle bırlıkte sureklı olarak kadroya cagrıldı ve maclarda sahaya mıllı takımının bırıncı kalecısı olarak cıkmaya basladı.Gecen sezon bundeslıgada sezonun en ıyı kalecısı odulune layık goruldu.Genc kalecının leverkusendekı suankı degerı yaklasık 11.000.000 EURO.

Maclara cıkmadan once en buyuk ugurunun bılegıne yaptırdıgı rakam ve harflerın oldugunu soyleyen genc kalecı kolundakı rakam ve harflerın anlamını ıse şöyle açıklıyor;RA harflerinin kardeşi Rico Adler'in ismini simgelediğini dıger harflerin ise onun doğum tarihi olan 6 Mart'a ve 19 yaşına vurgu yaptığını belırterek acıklıyor.Alman futbolunun son yıllarda yetıstırdıgı en yeteneklı ve gelecek vaadeden kalecılerınden Rene Adlerı onumuzdekı yıl avrupanın buyuk kuluplerınde gorebılırız.

DİEGO BUONANOTTE


Arjantin futbolunun güçlü ekiplerinden River altyapısının en son cevheri bu bacaksız. Sempatik isminin yanında, 160'lık boyu ile akıllara Maradona´yı getirsede bunun için önünde çok uzun bir yol olduğu kuşkusuz. 2007 Apertura'da gösterdiği harika performans onun açısından önemli bir ivme oldu. River forması ile ilk çıktığı karşılaşma Rosario maçıydı. Arjantin'de herkez ona Cüce derdi. O ise futbolunun ne kadar büyük olduğunu 15 dakikalık resitaliyle gösterdi. Rosario'ya attığı harika gol River´e 1 puanın yanında yeni bir yetenek daha kazandırıyordu.

Passarella'nın onun hakkında söledikleri : '' bir süredir gelişimini takip ediyorum. Çok ufak görünüyor‚ ama kesinlikle korkusuz ve çok yetenekli'' kuşkusuz Diego'nun ilerlemesindeki önemli adımlardan biridir. Artık bir Boca derbisi bile oynayabilir diyebiliriz mesela ki oynadı. Transferin gözde isimleri arasına şimdiden giren Diego Juventus'un kadrosuna katmak istediği oyuncuların başında geliyor, yalnız Napoli'nin bu transferde Juventus'tan bir adım önde olduğunu söyleyebilirim. Transferde rotası İspanya'ya olursa ki bir çok takımın listesinde Messi & Buonanotte çekişmesinin fitilini ateşler simdiden notlara düşelim.Bu gelecegın genc yıldınızı takıp etmeye devam edecegız

LA BOMBONERA



Estadio Alberto J. Armando bilinen ismiyle La Bombonera, Arjantin'in Buenos Aires şehrinin La Boca bölgesinde yer alan ve Arjantin'in köklü kulüplerinden Boca Juniors'un iç saha maçlarını oynadığı stadyumdur. Stadyum, La Bombonera adını şeker kutusuna benzeyen mimarisinden dolayı almıştır.

57,395 seyirci kapasiteli olan stadum saha ölçüleri bakımıyla FIFA'nın belirlemiş olduğu minimum saha ölçülerine sahiptir (105 x 64.7 m).

La Bombonera içinde yer alan Boca Juniors kulüp müzesi ve restorantıyla davetlilere sosyal aktivitilerini gerçekleştirme imkanı sunmaktadır. Aynı zamanda konser organizasyonlarına da ev sahipliği yapan stad dünyanın en etkileyici tribün şovlarına da sahne olmaktadır.

Stada gırişte yazan şu cumle la bombonera stadının bocalı taraftarlar ıcın ne kadar onemlı oldugunu ozetlemektedır "Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombonera es mi iglesia" (Dinim Boca, Tanrım Maradona, Mabedim La Bombonera)

SUPERATTEN ASSYRISKA



Birçok İsveç 2. lig takımının 82 ülkede 4 milyondan fazla taraftarı yoktur ama Assyriska Foreningen buna sahip bir kulüp. 1974'te İsveç'te Süryani göçmenler tarafından Stockholm yakınlarındaki Sodertalje'de kuruldu. Başlangıçta Scania kamyon fabrikasında çalışanlar arasında yapılan maçlarla başlayan yolculuk 2003'te İsveç Kupası'nda final oynayan profesyonel bir kulübe dönüştü. Kanada ve Avustralya'dan birçok insan onların maçlarını bir şekilde takip etmeye çalışıyor. Toronto'da yaşayan Nick Dinkha maçları İsveç internet radyosundan dinlediğini söylüyor. "Hiçbir şey anlayamıyorsunuz ama oyuncuların isimlerini duyabiliyosunuz. Şu an bununla idare etmek zorundayız."

1990 yılında büyük tartışmaların ardından Süryani olmayan futbolcuların da takımda oynamasına izin çıktı. Kulüp sözcüsü Fehmi Taşçı "Zor bir karardı ama doğru olan buydu. Şimdi bu bölgede en büyük futbol kulübüyüz. 3'ü bayan takımı olmak üzere 30 genç takımımız ve 500'den fazla oyuncumuz var. Savunmada Sert birkaç İsveçli'nin olması bizim için iyi. Mesela yıllardır hiç Süryani bir kalecimiz olmadı" diyor.

Geçen sezonu liglerinde 4. sırada bitirmişler. Kadrolarında Brezilyalı, Gambialı futbolcular da var. Taraftar gruplarının adı ise Zelge fans. Süryanice güneş ışınları anlamına geliyor. Dünya'nın çeşitli yerlerinde yaşayan Süryanilerin en büyük amaçlarından birinin son yıllarda İsveç'e giderek Assyriska'nın bir maçını izleyebilmek olduğu söyleniyor.

Yönetmenliğini Süryani Nuri Kino ile İsveç'li Erik Sandberg'in yaptığı "Ulusu Olmayan Ulusal Bir Futbol Takımı: ASSYRİSKA -A National Team Without A Nation " isimli belgesel film de 2006 yılında Beverly Hills Film festivalinde Altın Palmiye ödülü almış.

YARALI YÜZ FRANK RİBERY



Bilinen tam adıyla HAMİT BİLAL RİBERY.Fransız musluman futbolcu trajık hayat hıkayesıyle hafızalara kazınmıs bır ısım.

Michel Platini ve Zinedine Zidane'dan sonra Fransa'nın yetiştirdiği üçüncü büyük yıldız kabul edilen Franck Ribery hızla yükseldiği kariyer basamaklarında kısa sürede zirveye ulaştı. Metz , Galatasaray, Marsilya (Olympique de Marseille) derken şimdi Bayern Münih (München) de harikalar yaratıyor.

Bayern Münih Almanya Bundesliga da 25 milyon Euro'ya malolan Ribery liderliğinde tarihinin en iyi sezon başlangıcını yaptı ve 3 maçta 3 galibiyet 10 gol attı ve hiç gol yemedi. ,

Peki ama Yüzünün sağ tarafında yaralar bulunan sanki labaratuvarda montajla birleştirilmiş bir makineyi andıran , konuşmayı sevmeyen gülmeyi bilmeyen kavgayı çok seven topla bütünleşen bu adamın gerçek hayat hikayesi nasıl acaba?

Allez les Bleus

Önce Bundan 9 yıl önceye gidiyoruz , Franck Ribery 15 yaşındaken Fransa da liman şehri Bolougne caddelerinde Fransa 1998 Futbol Dünya Kupasını izliyordu. Onun hep kahramanı olmuş Cezayir asıllı Müslüman Fransız futbolcu Zinedine Zidane 'lı Fransa DÜnya Şampiyonu olduğunda Ribery ve arkadaşları sokaklarda onları destekliyor "Allez les Bleus!" (Haydi Maviler) diye bağırıyordu..

Bundan 8 yıl sonra o Franck Ribery , kahramanı Zinedine Zidane ile Fransa Milli Takımında birlikte yer alacak ve hayallerini gerçeğe dönüşecekti. Peki ama daha 2004 de Fransa da üçüncü ligde oynayan bu adam bütün bunları nasıl başarmıştı?
Çocukluğu ve İlk Futbol Yılları

Franc Ribery 'in hayat hikayesi bir büyük kazayla başlar. 2 yaşında Babasının sürdüğü araç da ailesiyle yaşadığı kazada arabanın ön camından fırlar ve hayat boyu yüzünün sağ tarafında taşıyacağı yara izleri ile kurtulur. 13 yaşındayken 1996 da onu Lille Gençler Futbol Akademisine götüren Jean-Luc Vandamme Ribery'yi şöyle anlatıyor; "Franck'ın büyük bir önsezi gücü vardır, o bir durumu diğerlerinden üç kat daha hızlı analiz eder , diğerleri daha düşünürken o bütün problemleri çözmiştür , insanlar onun kalıkafalı olduğunu sanıyor ama o inanılmaz bir pratik zekaya sahiptir" diye onu tanımlıyor.

Franck Ribery 1999 da normal okul çalışmalarını yapmayı reddettiği ve diğer çocuklarla sürekli kavga ettiği için Lille Futbol Akademisinden atılır, bu arada dinini değiştirir ve İslam dinini seçer.

O yıllardaki Ribery'i onun ilk hocalarından Jose Pereira onu anlatıyor; "Franck çok iyi bir futbolcu ama onu kaynayan bir süt tasını izler gibi izlemek zorundasınız , o sokakdan gelmiş bir çocuktur"

Ribery'nin çocukluğu Kuzey Fransa da Boulogne da kötü üne sahip Chemin-Vert bölgesinde geçer. Bu şehir aynı zamanda Fransızların ünlü Futbol yıldızlarından Jean-Pierre Papin inde doğum yeridir. Halen evli olduğu Fas asıllı eşi Wahiba ile de burada tanışır. (Wahiba dan 18 Temmuz 2005 de Hizya adında bir de kızı olur. ) Franck Ribery'nin ana dili klasik Fransızca değildir. "ch'ti" adında Flemish ve Fransızca karışımı ( Hollandacanın bir variasyonu) bir dildir.

Lille Akademisinden atıldıktan sonra Boulogne'ye döner.

Boulogne-sur-Mer takımında oynar sonra Olympique Alès ve Brest takımlarına gider. 2004 yılında Ligue 1 de Metz takımına transfer olur. 2004 - 2005 sezonunda ligin asist kralıyken Ocak ayında Galatasaray'a transfer olur Onun ne derece yetenekli olduğunu anlamak için söyleyelim ; bu transfere rağmen yarım sezon oynadığı Fransa Liginde tüm sezonda asist sıralamasında üçüncü olur.

Galatasaray'da 14 maç oynar ve sezon sonu kontratdaki bir nedenden yeniden Fransa'ya döner. Marsilya onun son beş sezondaki altıncı takımıdır. Bu kariyeri görenlerden bazıları onu bir başbelası diye görmektedir. Ancak Marsilya'da da çok başarılı olur ve kariyerinin zirvesine ulaşarak Bayern Münih'e transfer olur..
Yetenekleri

Peki ama Franck Ribery'nin yetenekleri nedir? Bunuda Thierry Henry den dinleyelim.. "Onun basit bir oyunu var, daima topu ileri sürüyor, ama gerekli olduğunda ona sahip olacak kadarda akıllı" diye tanımlıyor onun oyununu.

Lilian Thuram ise "Franck bütün defans oyuncularının korkulu rüyasıdır, onun karşısında bir an bile rahat yoktur " diyor

Şimdiki hocası Ottmar Hitzfeld "Franck çok yetenekli olağanüstü bir futbolcu" derken takım arkadaşı Van Bommel "Ben Barcelona'da da oynadım Ronaldinho yu da gördüm, Ribery kesinlikle dünyanınen iyi futbolcusu " derken Karl-Heinz Rummenigge de "Bu takım onun liderliğinde büyük işler yapacak" diyor..
Galatasaray dan Ayrılması

Franck Ribery 'nin bu hızlı takım değişimlerinde temel sebep ise finansal problemler kontrata sadık kalınmamasıdır. Franck Ribery Metz'den de finansal problemler nedeniyle ayrılır ve Galatasaray'a gider , ilk büyük başarıları İstanbul'da gelir. Galatasaray taraftarı onu hızından dolayı Ferraribery diye tanımlarlar. Ancak Finansal açıdan sicili hiç de iyi olmayan Galatasaray macerasıda bir kaç ay sürer ve tecrübeli bir kontrat uzmanı ve çok akıllı olan Ribery parasının ödenmemesini bahane ederek ve İstanbul'dan istediğini alarak (başarılı olarak) Marsilya'nın yolunu tutar. Galatasaray 22 yaşındaki büyük bir yıldızı elinden kaçırmıştır ve daha sonra değeri 30 milyon Euro'ya çıkınca hatasını dahada çok anlayacaktır. Franck Ribery bu konularda çok akıllıdır ve İtirazlar boşunadır , reddedilir.
İslam

Bilal adını alarak İslam ı seçen Franck Bilal Ribery İslam'ı seçmesinide şöyle değerlendiriyor ; "Bir çocukken bütün zamanımı müslümanlarla geçirdim, bu benim tercihim, kimse bana bunu seç diye söylemedi , sebeplerimide kendime saklıyorum"

Rİbery başka bir ropörtajında "Çok zor bir hayatım oldu, Zihnimde aradığım barışı İslamda buldum" diye bu konuyu açıklıyor..
Kendi Oyunu

Çok az konuşan Ribery kendi oyunu içinde "Futbolda başarı kolay değil , tek değilsiniz, herkes rüyalarını gerçekleştirmek için uzun bir yoldan geliyor , nasıl hissediyorsam öyle oynarım, bugün bunu oynarım diye bir oyun setim yok , rakip için tehlike yaratmaya çalışıyorum" diyor
Galatasaray

Franck Ribery , olaylı Galatasaray'dan ayrılış macerasını soran Fransız muhabire ise "Ben Marsilya ile kontrat imzalamaya karar verdim, artık Marsilya ve Galatasaray konusu hakkında hiç bir şey duymak istemiyorum. Artık sadece sahaya çıkmak ve ayaklarıma konsantre olmak istiyorum , gazeteciler olarak artık bana bu konuyu sormayın

Ferraribery

Franck Ribery , kendisine Ferraribery denilmesinide şöyle cevaplar .. "Çok bilgim yok, Galatasaray'a gittiğimde gazeteciler benden bir isim istediler, bende önce sahada çalışmalıyım takma adım daha sonra gelir demiştim.. Bu isimde beni çok ilgilendirmiyor.. " der..

Takma adı yaralı yüz - ‘Scarface’ olan Franc Ribery , bir zamanlar büyüdüğü sokaklarda başarılarını izlediği Fransa Futbolunun yıldızı Zinedine Zidane ile aynı takımda yanyana yer alarak sonrasında da Fransa Milli Takımında onun yerini alarak , Bayern Münih gibi Avrupa'nın en önemli takımlarından birinin lideri olarak , zirveye ulaşmış görünüyor. Raymond Domenech'in planlarında artık en önemli yeri o tutuyor.
Bir Rüya Olmalı

Franck Ribery Fransa Milli Takımına girmesinide şöyle değerlendirir.. "İnanamıyorum, beni seçenlere teşekkürler, artık büyük bir stres olacak , profosyonel bir futbolcu olarak herkesin oynamak istediği bir yerdeyim, Zinédine Zidane ile birlikteyim bu bir rüya olmalı"

TÜRKİYE - İSPANYA 2 DEVRE



Bugün bir muhabir basın toplantısında Fatih Terim'e şu soruyu yöneltti: "İspanya'yı yenemediğiniz için 4 gündür eleştiriliyorsunuz" (Bu, "futbolda ne kadar ileri gittiğimiz" vurgusuyla veriliyor) Hayret ettim, Terim dört gündür eleştiriliyorsa bu maçı kaybettiği içindir. Terim'e Semih'i neden oyundan aldın sorusunu sormanın manası yok. Her teknik adam istediği değişikliği yapar, sonuçta "Semih'in çıkması hatadı"r der yorumcu-İspanyol olanı da dedi zaten gazetesinde- ve çıkar işin içinden. Madrid'deki maç öncesinde günlerce "kazanmaya gidiyoruz" diyen teknik kadro neden "yenemediği"(!) için eleştirilemezmiş. Ben anlamadım. Hele bir de başka bir sorunun içinde "İngilizler Euro 2008'e gitmedi diye bu kadar baskı görmedi futbolcuları İngiliz medyasında" vardı ki, ömre bedel...
***
Santiago Bernabeu sonrasında "Bu muydu Torres, bu muydu David Villa" yorumları da okuduk. Bunlar geçen sezon "bu mu Capel bu mu Dani Alves" haykırışlarına benziyor. Milli Takım'a bardağın boş tarafından bakmayı deneyeyim. "Erol Taş Analizi" olsun bunun adı: Kalede Volkan, kritik hatalar yapar, olmadık yerde atılır, "yapma Volkan" dedirtir. Gökhan geçen sezonu aratıyor çokça, ataklara çıkamadı, fizik olarak ezildi. Emre Aşık zaten 2 maçta bir kırmızı kart görür, 37 yaşında, sakatlar olmasa bu kadroda işi ne. Hakan Balta stoper değil ki! İkili mücadelelerde sert değil, hava toplarında zamanlaması zayıf. İbrahim Üzülmez'in Santiago Bernabeu'da işi ne! 10 yıldır Beşiktaş ondan çekiyor. Emre hep dert, hep sakat. Hücuma destek vermez, problem çıkartır. Aurelio, 2 aydır İspanya'da formsuz, takımı ligin dibinde. Arda'nın 60 dakikalık kondisyonu var, kendisini izleyen menajerler olunca baskı altında kaldı, adam bile geçemedi. Tuncay futbolunu geliştiremedi, hala adamın içinden geçmeye çalışıyor, devamlı ayağı kayıyor. Nihat, sezon başından beri sakat, güçsüz, bu sezon La Liga'da golü yok. Semih de zaten Fenerbahçe'nin yedek santrforu, Güiza'nın ölüsünü bile zor kesti. Kim kaldı geriye doğramadığım(!) Kazım-İbrahim Kaş takımında oynamıyor, Nuri yerinde sayıyor, Gökhan Ünal takımında 2 metreden atamıyor, Batuhan ve Sercan'ın da daha bıyıkları terlemedi... "
***
Ali Sami Yen'deki maçın, Bursa gibi kötü zemine sahip bir stada alınması gerektiği yorumlarını da okuduk, dinledik. Bu bana "Batıda düello yapılır, doğuda pusu kurulur"u hatırlattı. Geri kalmışlığımızın kalıntısı bu talepler. Müshil de atalım yemeklerin (!) Sıcaktan etkilenirler diye Finlandiya'yı da Antalya'ya götürmüştük. Skor neydi?

Ne yorum yaparsak yapalım, televizyondan izlediğimiz maçlar hakkında haddimizi bilmemiz lazım. İlk maçta Emre ve Aurelio'nun başarılı alan savunmasını gösterecek olan ekranın büyüklüğü değil, Santiago Bernabeu'daki bir koltuktur. Ercan Taner'in sesinden en çok duyduğumuz futbolcu, "en iyi oynayandır" ile nereye kadar? Ne beklerin kademesine giren stoperler; ne o boşluğu bırakan bekler, ne boş koşu yapan forvetler; ne de boşken atılmayan 40 metre ters toplar bu ekranda görülmüyor.

Yarın akşama gelirsek; bu kez onbirini -resmen olmasa da- afişe eden Del Bosque oldu. İki kanat Reira ve Silva olacak. Forvette Torres'e en yakın adam ise Xavi. Reira'nın Liverpool'da degajdan gelen topu gol yaptığını hatırlatmak lazım. Bu ikiliyi alan bırakırsa uzayıp giderler. Ünvan ve puan tablosu açısından İspanyollara bir beraberlik de yeter. (skordan gayrı; Xavi ve Torres'in 60 dakika oynayıp yerlerini David Villa ve Güiza'ya bırakıp 4-4-2'ye dönmeleri de yüksek ihtimal son 30'da) Bizim kazanmamız lazım. Madrid'deki onbirden 2 ya da 3 kişi değişecek gibi duruyor. Belli olmaz belki de aynı 11 çıkar!..

BELÇİKA MİLLİ TAKIMI VE FUTBOLU


Belçika milli takımı 2004 ve 2008 Avrupa Şampiyonalarına ve 2006′da Almanya’da düzenlenen Dünya Kupasına katılamamış bir milli takım. Bu kez hedef 2010 Dünya Kupası’na katılmak. Zira, Flaman ülkesi uluslararası turnuvalarda oynamamaya alışkın bir ülke değil. Ancak 2010′a katılamamaları halinde 10 yıl uluslararası futbolun üst düzey arenalarından uzak kalmış olacaklar. 2010 Dünya Kupası elemelerinde de, Türkiye ile birlikte 5. grupta yer alıyorlar. Grupta İspanya 12, Türkiye 8 puanda. Onların ardından ise üçüncü sırada 7 puanlı Belçika var. Belçika’nın Türkiye ile ikincilik koltuğu için kapışacağı baştan beri belliydi. İkincilik yarışı da son maçlara kadar süreceğe benziyor. Kırılma noktası ne zaman olur kestirmek mümkün değil. Ancak Belçika bu yarışa yeni nesli ile girmiş durumda ve bu genç oyuncular 2010 hakkını kaybetseler bile, 2012′de kendilerinden fazlasıyla bahsettirecekler gibi.
Belçika’nın yakaladığı bu takım altın nesil olarak nitelendiriliyor. Bu nesil bir planlamanın ardından ortaya çıktı aslında. 2002 sonrası düşüşe geçen ülke futbolu, yeniden yapılanma sürecine girdi ve şanslı bir şekilde bunun meyvelerini kısa bir dönem içinde toplamaya başladı. Belçika şu an Avrupa’nın en iyi genç oyuncularına sahip ülkelerinden biri. İspanya ve Fransa gibi büyük liglere sahip ülkelerin seviyesinde henüz olmasalarda, ellerindeki genç ve yetenekli ekip Avrupa futbolunda giderek yükseliyor.

Belçika ve Türkiye futbolda ilginç kesişmeler yaşamış iki ülke. İki ülkenin takımları da yakın dönem içinde birçok kez karşı karşıya geldi. Mesela, Euro 1996 sonrası oynanan bir maç vardı. Sergen oyuna sonradan girerek 5 dakikalık oyun dilimine bir gol, bir müthiş orta, bir tükürük ve bir kırmızı kart sığdırmıştı. Fransa 98 Dünya Kupasına katılmak isteyen Türkiye maçı Sergen’in golüne rağmen 2-1 kaybetmişti. Fransa 98′ onlar gitmişlerdi. Sonra Hollanda ile ortaklaşa düzenledikleri Euro 2000′de Türkiye ile B grubunda yer aldılar. Gruptaki ilk maçında İtalya’ya 2001 kaybeden Türkiye, ardından İsveç ile 0-0 berabere kalmıştı. Son maç 3 puanlı evsahibi Belçika ile oynanmıştı. Herkesin uzun süre daha unutamayacağı, Hakan Şükür’ün, -inanılmaz yükselerek- kafası ile attığı gol ve sonuç; maç 2-0 bitmişti. Bu kez Türkiye, Belçika’yı safdışı bırakmıştı. Hem de kendi evindeki turnuvada.

2002 Dünya Kupasında ise Belçika 2. turda, Brezilya’ya elenirken, aynı Brezilya Türkiye’yi yarı finalde eleyebilmişti. 2002 Dünya Kupasından sonra ise iki ülkenin futbolu keskin bir düşüş yaşamaya başlamıştı. İki ülkede 2004 ve 2006 turnuvalarına katılamazken, Türkiye 2008 Avrupa şampiyonasında tekrardan sahneye geri dönüyordu. Ancak Belçika yaptığı tüm hazırlıklara rağmen Euro 2008′e katılamamıştı. Euro 2008′de olamamanın acısını Pekin Olimpiyatlarında çıkardılar. Pekin Olimpiyatlarını 4. sırada bitiren Belçika milli takımının yaş ortalaması 21.15 idi.

Belçika, Güney Afrika’da düzenlenecek olan 2010 Dünya Kupası elemelerinde de Olimpiyatlara katıldığı kadroya kattığı birkaç tecrübeli oyuncu ile devam ediyor. Birçok yetenekli oyuncudan oluşan altın nesil ülke futbolunun en üst kademesine taşınmış durumda ve artık milli takımın çekirdek kadrosunu oluşturuyorlar. Belçika uzun yıllardır yetiştirdiği oyuncular yanı sıra, devşirdikleri ile de dikkat çekmiş bir ülke oldu. Belçika liginde yabancı oyuncu sınırlaması olmaması ve 3 yılda ülke vaandaşlığının alınabilmesi sayesinde milli takımda her daim devşirme oyunculara yer verildi. Belçika, özellikle eski sömürgesi olan Afrika ülkelerini futbol anlamında sömürmeye devam etti ve ediyor da. Bu alanda en çok sömürülen ülke Demokratik Kongo Cumhuriyeti oldu. Ülke tarihinde çok önemli bir soykırıma imza atan Belçika, Demokratik Kongo’nun futbolunu da yıllardır baltalıyor. Son yıllarda Belçika da bir başka model daha uygulanıyor. Belçika Ligine transfer olan Brezilyalı oyuncular, ligte 3 yıl oynadıktan sonra vatandaşlık hakkını elde ediyorlar, sonrada seviyeleri yeterliyse Belçika milli takımı adına oynamaya başlıyorlar. Brezilya milli takımına çağrılma şansı yok denecek kadar az olan bu oyuncular, Belçika milli takımında oynama şansını geri çevirmiyorlar. Şu anki Belçika milli takımında bu duruma örnek olarak Igor De Camargo gösterilebilir. Standard takımında oynayan Brezilya asıllı oyuncu henüz 17 yaşındayken Genk takımına transfer olmuş ve yıllar içinde Belçika milli takımına yükselmişti.


Belçika’nın, Brezilya’dan devşirdiği futbolcu olarak aklıma ilk gelen isim ise 90′lar Belçika’sının önemli oyuncusu Luis Oliveira. Brezilya asıllı oyuncu Anderlecht’te geçirdiği başarılı dönemin ardından uzun yıllar İtalya liginde top koşturmuştu. Dönemin Belçikasının en korkulan futbolcularından olan Oliveira, 31 kez Belçika milli takım formasını giymişti.(Luis Oliveira, Belçika milli takım kariyerinde attığı 7 golün 4 'ünü Türkiye'ye atmıştı.)

Belçika liginde 3 yıl oynayan oyuncular, ülke vatandaşlığını, dolayısıyla da AB vatandaşlığını alabildiğinden, Belçika ligindeki birçok takım Avrupa’nın büyük takımlarının pilot takımı konumunda. Özellikle İngiliz takımları, çalışma izni sorununu bu şekilde çözme yoluna gidiyorlar. Genç yaşlarda transfer edilen oyuncular, 3 yıllığına Belçika’daki pilot takımlara kiralanıyor. 3 yılın sonunda Belçika ve AB vatandaşı olan oyuncular beklenen seviyeye ulaştıysa bağlı olduğu kulüplere geri dönüyorlar. Eğer gereken seviyede değillerse, pilot takımlarda bazen cüzi paralara bazen de bedavaya kalıyorlar. Bu arada Belçika vatandaşlığını elde etmiş oyuncu eğer doğduğu ülkenin milli takımında oynamamışsa, Belçika milli takımında oynama hakkını da elde ediyor.

Belçika futbolunun çok güvenilen altın neslinde gerçekten değerli oyuncular var ve bu gruba dahil oyuncular sürekli basamak atlıyorlar. Defansta oynayan Thomas Vermaelen ve defansif orta saha oyuncusu Jan Vertonghen, Ajax’ta oynuyorlar. Özellikle Vermaelen iyi bir defans oyuncusu ve Ajax’ın oyuncu yetiştirmedeki üstün başarısını düşünürsek yakın bir zaman dilimi içinde Avrupa’nın üst düzey bir liginde onu izleyeceğimizden şüphem yok. Defansta oynayan Kompany ve Vanden Borre ise herkesin Football Manager oyunundaki gözdeleri. Kompany yaşadığı ağır sakatlıklar sebebiyle bir türlü Anderlecht’teki seviyesine ulaşamadı. Kompany’nin Manchester City’de oynaması da bana göre gelişiminin önündeki en önemli engellerden. Vanden Borre ise çok küçük yaşta oynamaya başladığı Belçika milli takımına artık sürekli çağrılmıyor. Birçokları için o artık "overrated" bir oyuncu.Vanden Borre’nin artık bazı şeyleri kanıtlaması gerekiyor.

Defansın solunda oynayan Sébastien Pocognoli için ise herşey yolunda gidiyor. Hollanda Liginin şu anki açıkara lideri AZ Alkmaar’da düzenli olarak forma giyiyor ve Olimpiyat milli takımının da en önemli oyuncularından biriydi. AZ Alkmaar’ın bir diğer önemli Belçikalısı Moussa Dembélé. 1987 doğumlu oyuncunun olimpiyatlarda İtalya maçında attığı gol hala hafızalarımızdaki yerini koruyordur.

Belçika milli takımının en can alıcı bölgesi kuşkusuz orta saha. Ortasahada oynayan en önemli üç oyuncu da Standard kökenli. Standard’ın 25 yıl aradan sonra 2007/08 sezonunda kazandığı şampiyonluğun baş mimarlarından Marouane Fellaini, bu sezon başında Everton’a transfer olmuştu ve yükselişini İngitere’de de sürdürüyor. Hala Standard takımında oynayan Steven Defour ve Axel Witsel ise birçok büyük takımın gözetimi altında gelişimlerini sürdürüyorlar. Defour 2006/07 sezonunda Belçika’da yılın oyuncusu seçilirken, 1 sezon sonra aynı ünvanı Witsel kazanmıştı.

Belçika’nın Fransa’daki temsilcileri ise Kevin Mirallas ve Eden Hazard. İki oyuncunun da Fransa’ya adım attığı takım Lille oldu. Mirallas sezon başında Lille’den, Saint Etienne takımına transfer oldu. 1987 doğumlu Mirallas, Saint Etienne’de 20 maçta forma giymesine rağmen sadece 1 gol atabildi. Mirallas’ın seviyesini daha yukarıya taşıması gerek. Fransa’daki bir diğer oyuncu 1991 doğumlu Eden Hazard. Hazard’ın gelişiminde müthiş bir ivme var. Sanki her maç biraz daha üstüne koyuyor. Lille takımının en gözde genç oyuncusu ve genç yaşına rağmen adım adım düzenli ilk 11 oyuncusu olma yolunda ilerliyor. Hazard’ın birkaç yıl içinde Avrupa futbolunda küçük çapta bir Messi etkisi yaratacağını düşünüyorum.


NOT:Son oynanan Bosna macında alınan 4-2 lık maglubıyet Belcıkada buyuk yankı yarattı ve teknık dırektorlerının gorevıne yarın oynanacak bosna macının sonucuna gore son verılebılır...

STEVE COPPELL


Geçtiğimiz salı günü teknik direktörlük kariyerindeki 1000. maçına çıktı Reading hocası Steve Coppell. Hafta sonu Crystal Palace karşısında da 1001. maçına. 36 yıldır İngiliz futbolunun içinde aktif olarak yer alıyor. Şu an 53 yaşında. 53 yaşında bir teknik adamın kariyerindeki 1000. maçına çıkması için her sene takımların ortalama 50 maç oynadığı bir ülkede teknik adamlık kariyerine çok erken başlaması gerekiyor. Coppell da öyle yaptı. Çok erken başladı kariyerine. Crystal Palace soyunma odasına ilk girdiğinde yaşı 28'di Coppell'ın. O gün bana "50 yaşının başlarında 1000. maçına çıkacaksın deseler, şaka yapıyorsunuz derdim" diyor. Reading'in başında önemli başarılara imza atan adamın ilginç hikayesini anlatalım.

11 yaşında İngiltere'nin orta dereceli okullarından Liverpool'daki Calderstones School'da öğrenim görmeye başladı Coppell. Bir gün okul bahçesinde gezinirken öğrencilerden oluşan bir müzik grubunun performans verdiğini görüp kalabalığa yöneldi. The Quarrymen adındaki grubun vokalisti 16 yaşında John Lennon isimli bir gençti. Lennon'la aynı dönemde öğrenim gördükten sonra 18 yaşında Tranmere Rovers'da futbola başladı. 2 sene sonra Manchester Uniteda transfer oldu. 8 sene boyunca ilk onbirin değişmez oyuncusu olan Coppell 1977'de FA Cup'ı kaldıran takımın kadrosundaydı. 1982 yılında onu futboldan koparan talihsiz sakatlık geldi. 1982 Dünya Kupası elemelerinde Mcaristan'a karşı oynanan bir maçta dizine aldığı bir darbe sonucu diz kapağı parçalandı. O darbeyi "birisi dizimde havai fişek patlatmış gibiydi" diye hatırlıyor Coppell. Bir dolu ameliyat geçirdi ama 28 yaşında futbolu bırakmak zorunda kaldı. Bıraktığında 1977-81 arası üstüste 207 maçta aralıksız oynayarak Manchester United rekorunu kırmıştı. Bu rekor hala kırılabilmiş değil.

1984 yılında halen 28 yaşındayken Coppell Crystal Palace'ın başına getirildi. Bu onu İngiliz futbol tarihinin en genç teknik adamı yaptı. Takımın başına geldiğinde ondan daha yaşlı bir dolu oyuncu vardı takımda. İşi çok zordu, ama takımın başında kaldığı 9 yıl içinde, önce onları 1. Lig'e yükseltti, sonra da kulüp tarihinin en yüksek derecesi olan lig üçüncüğüne taşıdı ve FA Cup Finali'ne yükseltti. İngiliz futbolunun simge isimlerinden Ian Wright onun isteğiyle amatör ligden Crystal Palace'a transfer edildi. Kulüp 1993'te ligden düşünce istifasını verdi Coppell. 2000 yılına kadar Palace'da Futbol Direktörü, scout gibi çeşitli kademeler olmak üzere dört kez görev aldı. Artık simge bir isme dönüşmüştü. Kısa süreli Brentford macerasından mddi sıkıntılar nedeni ile ayrılıp Brighton&Hove Albion'un başına geçti. Takımı Division Two'nun tepesinde iken Reading'den gelen teklifi kabul edip lig atladı. Göreve geldikten 2 yıl sonra takımı kulüp tarihinde ilk kez Premier Lig'e yükseltti. Sadece 2 yenilgiyle aldıkları 106 puan hala Championship için bir rekor. Takım Premier Ligg'deki ilk sezonunda düşme hattının en büyük adayıydı. Lig bittiğinde ise UEFA Kupası vizesini bir sırayla kaçırmışlardı. Bu Coppell'ın popülaritesini daha da artırdı. Am izleyen sezon bir kabus oldu. Ligde kalma şansını son hafta kaybettiler ve Championship'e döndüler. Bu sezon bir dönüş daha yapmak hedefindeler. Şu anda lig üçüncüsü durumundalar ve doğrudan Premier Lig'e yükselecek ilk iki sırayla 4 puanlık bir farkları var.

"Crystal Palace'ın başına geçtiğimdeki ilk deplamanımı hatırlıyorum" diyor Coppell. "Yanımda benden yaşça büyük yardımcım Ian Evans, part-time takım doktorumuz ve malzemecilik ile saha komiserliğini aynı anda götüren bir elemanımız vardı. Sadece 4 kişiydik ve kulübe ekibinin en genci bendim. Bugün ise ikinci ligde mücadele etmemize rağmen teknik ekibimiz 9-10 kişiden oluşuyor."

İngiliz futbolunun en saygın isimlerinden birisi Coppell. 28 yaşında teknik adamlığa başlayıp bu derece önemli işlere imza atmak kolay değil. Türkiye'de 28 yaşında bir hocanın soyunma odasına girdiği andaki halini ve en ufak başarısızlığında alacağı tepkileri düşünün. Kulüp efsanelerinden Bülent Korkmaz'ın 3 maçta ne hale getirildiği bunun en yakın örneği. Günümüzde Coppell'ın örneklerini bulmak çok zor. Benim bildiğim tek örnek Arjantin'de. Club Atlético Lanús'un 28 yaşındaki hocası Luis Zubeldia. 23 yaşında emekli olmak zorunda kaldı Zubeldia. Sebebi, tesadüf, aynen Coppell gibi bir diz sakatlığı. 2005-08 yılları arasında takımın başında olan ve 2007 Apertura şampiyonluğunu Lanus'a getiren Ramon Cabrera'nın yardımcısıydı. Cabrera görevi geçen yıl bırakınca görevi üstlendi.

SCHALKEDE NELER OLUYOR


2003-04 sezonunu Schalke 04 yedinci sırada bitirdi Bundesliga'da. Teknik direktör Jupp Heynckes bir sonraki sezonun başında görevinden ayrıldı. Koltuğa bugünkü Hoffenheim mucizesini yaratan adam Ralf Rangnick getirildi. Rangnick Schalke'deki ilk sezonunda son iki sezondur yedincilik koltuğunda oturan takımını lig ikinciliğine taşıdı ve Almanya Kupası'nda final oynattı. Her iki maratonda da Beyern'in arkasında kaldılar. 2005-2006 sezonunda takım Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe ile aynı gruptaydı. Sarı-lacivertlilerle 19 Ekim ve 1 Kasım tarihlerinde oynayacakları maçlarlar aynı dönemde Almanya Kupası'nda Eintracht Frankfurt önüne çıktılar Gelsenkirchen'de. 6-0 mağlup olarak tüm Almanya'yı ve hafiften Türkiye'yi şoke ettiler. O günleri hatırlıyorum, insanlar Schalke'nin ikinci takımıyla maça çıktığını öne sürüyordu. Tabi hadise böyle değildi, o maç Rangnick'in sonunu hazırlayan maçlardan birisi oldu ve Alman hoca kış tatili girmeden kovuldu. Rangnick'in asistanı Mirko Slomka aldı bayrağı. Ligi dördüncü sırada bitirerek UEFA Kupası vizesini ancak alabildiler. 2006-07 sezonu onlar açısından 3 yönlü bir devrime sahne oldu. 12 yıl boyunca kulübün formasını giyen Andreas Müller Genel Direktörlük görevine getirildi. Takım 9 Ekim 2006 tarihinde Rus petrol devi Gazprom ile 5,5 yılı kapsayan 125 milyon euroluk bir sponsorluk anlaşması imzaladı. Fora reklamı, Gazprom'un diğer kulübü Zenit Petersburg ile işbirliği anlaşmaşları ve yeni ismiyle Veltins Arena'dan gelen gelirler derken kulüp maddi anlamda çok büyük bir atılım gerçekleştirdi. Bu atılım sahaya da yansıdı elbet. Schalke ligi sonuna kadar kovaladı ve son 2 haftaya lider girdi. Sondan bir önceki hafta Borussia Dortmund'a Westfalen'de 2-0 mağlup olarak şampiyonluğu Stuttgart'a hediye ettiler. 2007-08'de lig üçüncülüğüne razı oldular ama Nisan ayında Slomka'nın biletini kesip sezon bitene kadar eski oyuncuları Mike Büskens ve Hollandalı Youri Mulder'le yola devam ettiler. Moulder NOS televizyonundaki yorumculuğunu bırakıp Schalke'nin başına geçti ve sezonun kalan kısmında 5 galibiyet 1 beraberlik alarak Şampiyonlar Ligi vizesini alarak bitirmeyi başardılar.

2008-09'a batıdaki komşularında FC Twente ile bir devrim yaratan Fred Rutten'i takımın başına getirerek sezona başladılar. Rutten beraberinde Orlando Engelaar'ı da Gelsenkirchen'e getirdi. Son 3 sezonda ilk dörtten aşağıya düşmeyen takım Rangnick öncesi döneme döndü. Bu ayın başında Andreas Müller görevden alındı ve başkan Josef Schnusenberg yeni bir isim aramaya girişti. Sezon boyu orta sıralarda gezinen takımını bir türlü düzeltemeyen Rutten Hamburg'a 10 gün önce kendi evinde 2-1 kaybettiği maçla kendi sonunu da hazırlamış oldu. Zaten Müller'in gidişinden sonra ömrünün çok uzun olmayacağı biliniyordu. İlk aşamada plan asistanlar Buskens, Moulder ve Oliver Reck'in kalan 9 haftayı tamamlamasıydı. Ama dün gelen bir haber planları alt üst etti. Hırvat milli takımının hocası ve geleceğin en parlak teknik adam adaylarından Slaven Bilic'in Schalke'li yöneticilerle bağlantıda olduğu ve Alman kulübünün sezonu Hırvat teknik adamla bitirme yolunda görüşmeleri sürdürdüğü bildirildi. Yani Hiddink-Rusya-Chelsea üçgeninin bir benzeri Bundesliga'da olabilir. Zira çarşamba günkü Andorra maçından sonra Haziran ayına kadar Avrupa kıtasında eleme maçları oynanmayacak. Bilic'in Karlsruher'deki 3 yıllık kariyeri, Almancayı çok iyi konuşabilmesi ve motivasyon kabiiliyetinin Alman kulübünün yöneticilerini cezbettiği haberleri geliyor. Bilic ilk önce 2009 yılının sonunda dünya kupası elemeleri sona erdiğinde görevi bırakacağını açıklamış ancak daha sonra 2008 Nisan ayında sözleşmesini 2 yıl daha uzatmıştı.
Schalke ayrıca genel direktör pozisyonu için de arayışları sürdürüyor. Oliver Kahn ismi 1 aydır konuşuluyordu ama eski efsane kalecinin ismi artık gündemde değil. Şimdi listeye Chelsea'nin şef scout'u ve Roman Abramovich'in akıl hocalarından Hollanda'lı Frank Arnesen de eklendi. Arnesen'in kontratı 2010 yılında bitiyor.

Gazprom'un ateşlediği Gelsenkirchen'de önümüzdeki birkaç gün kulübün geleceğiyle ilgili çok önemli kararlar alınacaktır.